Her gün keyifle içtiğimiz kahve, 600 yılı aşkın bir süredir hayatımızda önemli bir yer tutuyor. Kahvenin ortaya çıkışına dair yapılan araştırmalar, Habeşistan (Etiyopya) menşeili kahveyi keşfeden canlıların keçiler olduğunu öne sürer. Fakat kahve ağacının meyvelerinin sulu bir içecek haline dönüşmesi, ilk kez Yemen’de ortaya çıkmıştır. Kahve, kelime olarak Arapça “kahwa”dan geliyor. Bununla birlikte kahvenin adını, Habeşistan (Etiyopya)’da kahve yetişen bir bölgenin eski adı olan Kaffa’dan almış olabileceğidir.
Kahvenin Türkiye topraklarındaki serüveninin başlangıcına dair iki farklı fikir öne çıkmıştır. İlki; 1517 yılında Yemen Valisi olan Özdemir Paşa tarafından Yemen’den İstanbul’a Kanuni Sultan Süleyman’a sunulmak üzere getirmesidir. Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın getirdiği kahvenin tadını beğenen sultan ve saray çevresi kahveci ustaları tarafından hazırlanan kahve içme ritüellerine başlarlar. Sultanın kahvesini hazırlamak için bir “Kahvecibaşı” görevlendirilir. İkinci rivayete göre ise Osmanlı İmparatorluğu zamanında, 1554 yılında Suriyeli iki girişimci Halepli Hukm (Hekim) ile Şamlı Şems tarafından İstanbul’a getirildiğidir. Bu iki kahveci Tahtakale’de büyük bir dükkânda kahve satmaya başlarlar.
Osmanlı döneminde kahve yapmak için öncelikle yeşil haldeki çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulur, sonra soğutulmak üzere ahşap soğutma kaplarına boşaltılırdı. Soğuyan kahve çekirdekleri sonra dibeklerde ya da el değirmenlerinde dövülüp kömür veya odun ateşinde demlenerek pişirilirdi. Bakır veya gümüş cezvelerde, güğümlerde pişirilen kahveler küçük boyutlardaki fincanlardan içiliyordu. Anadolu’da ilk fincanlar ahşaptan yapılırdı. Daha sonra ise porselenden yapılmak üzere farklı ülkelerde Osmanlılar için özel kahve fincanı üretildi ve Osmanlıya ithal edilmeye başlandı. İstanbul’da kahvenin bu metotla pişirilip içilmesi Arap ülkelerindeki kahve pişiriminden ayrılır ve zamanla kavrulma derecesi, pişirim yöntemi ve sunumuyla günümüzdeki Türk Kahvesi’ne dönüşür.
Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde, İstanbul’da kahve satan esnafın sayısını 500, dükkân sayısını ise 300 olarak yazmıştır. Mısır Çarşısı’nda kahve satılan hanlar arasında Sepetçi, Kapan-ı Asel, Papasoğlu, Küçük Çukur, Arakoğlu, Laz Ahmed Ağa, Tahta Han’ın olduğu kaydedilmiştir. İstanbul’un şehir hayatına sızan bu leziz içecek bir sokağa da adını verdi; kahve pişirilen yer anlamına gelen “Tahmis” sokağı kahvehanelerle dolu bir sokak halini aldı. İstanbul’a yolu düşen tüccarlar, seyyahlar, elçiler, yabancı diplomatlar sayesinde Türk kahvesinin ünü başka ülkelere ulaştı. İstanbul’da son halini alan Türk Kahvesi ile Venedik
1615’de, Marsilya 1644’de, Londra 1654’de, Paris 1669’da, II. Viyana kuşatmasının ardından da Viyana 1683’de tanıştı. Kahve, Yemen’den çıktığı yolculuğuna 18. yüzyılda Batı Hint Adaları, Güney Amerika ve Asya ülkeleri ile devam etmiştir.
Kahvehanelerin Osmanlı’nın hüküm sürdüğü topraklarda ve İstanbul’da yaygınlaşmasıyla Osmanlı’nın sosyo-kültürel yapısı etkilenip zaman içinde değişmiştir. 16. ve 17. yüzyıllarda zaman zaman kahve ve kahvehaneler yasaklanır. Kahvehanelerin kapatılma gerekçesi genel olarak bu mekânların siyasi ve dini otoritenin kontrolünün dışında olmasıdır. İlk yasak III. Murat döneminde gerçekleşmiş olup en ağır yasaklar IV. Murat döneminde yaşanmıştır. Bu yasaklar daha sonra tamamen ortadan kalkmıştır. Günümüze sade, orta ve şekerli olarak yapılan Türk kahvesinin eskiden 40’a yakın demleme çeşidi bulunmaktaydı.
Yorum yap
Yorumları gör